11 Ocak 2012 Çarşamba

Danimarka Yazısına Devam...


Gezdiğimiz yerleri anlatacağım ama önce şu çayır olayından bahsetmem lazım... İnanamadım o kadar yeşilliğe. Danimarkalılar; yeşil alanlarına park diyor biz de burada park diyoruz. Hangimiz yanlış bilemedim. Ama onların ki parktan ziyade çayır, bildiğin yemyeşil çayır...

İlk günden başlayalım. Sabah evimizde kahvaltı yapıp, gün içinde atıştırmak için sandviç vs. hazırladıktan sonra doluştuk arabaya. Soluğu Avcılık Müzesinde aldık. Bu müze koca bir park içinde yer alıyor. İçinde bir göl, gölde yüzen nilüferler var.

Oradan Frederiksborg Slotspark'a gittik. Hep aynı şeyi tekrarlıyor gibi olacağım ama gene çayır kıvamında yeşillik karşıladı bizi. Sarayı gezdikten sonra uzun uzun yürüdük, yayıldık yeşilliklerde. Sarayları büyük ve görkemli. Tepeleri küf yeşili kubbeli. Neden küf yeşili diye düşünürken, evde banyoda bıraktığım yüzüğümün günden güne o rengi aldığını görünce, nemden dolayı o rengin oluştuğuna kanaat getirdim. Tabii bu benim teorim, yanlışta olabilir.

Akşam altıya doğru eve döndük, yolda markete falan uğradık. Yorulmuşuz 10'da çocukları yatırıp ertesi günü planladık..

Geldik ikinci güne...Kopenhag'daki hayvanat bahçesi ilk hedefimiz oldu. Kapalı bir havada yola çıktık. Trenle Kopenhag merkez istasyonda inip metroyla hayvanat bahçesine gittik. Metrodan indiğimiz yerle hayvanat bahçesi arasını yürüdük. Hayvanat bahçesi çok güzel. Burada en çok ilgimi çeken şey; yırtıcı hayvanlar hariç, şu belgesellerdeki ''serengeti ovası hayvanlarının'' bir arada tutulması. Geniş bir alanda geyikler, gergedanlar, zürafalar vb. bir arada duruyorlar.

En çok çocuklar keyif aldı sanırım Hayvanat Bahçesinden. Yılanların tanıtıldığı bir show vardı mesela bayıldı bizim küçükler. Yılana falan dokundular, bir heyecan bir heyecan :)

Öğle yemeğini orada sırt çantamızdakilerle yaptık ve İsveç'e Malmö'ye gitmek için metronun yolunu tuttuk. Şimdiye kadar hep yağmur çiseliyordu bundan sonra ıpıslak geçti.

Malmö'ye metroyu kullanarak Oresond Köprüsünden geçerek gittik. İsveç ve Danimarkayı bu köprü birbirine bağlıyor. Köprünün altı metro için, üstü araba yolu. Malmö'ye vardığımızda o kadar çok yağmur yağıyordu ki, hiç gezemedik. Azıcık gezme teşebbüsümüz sırılsıklam olmamıza sebep oldu. Bir kafede sıcak bir şeyler içi kös kös Kopenhag'a geri döndük.

Şimdilik bu kadar. Sonraki günler başka yazı konusu olsun.

23 Temmuz 2011 Cumartesi

Danimarka Diyelim.

Önce bu tatil nasıl gelişti kısaca onu anlatayım. Çok yakın iki arkadaşımız çpcuklarıyla birlikte Danimarka'ya gideceklerdi, sizde gelin dediler, bizde tamam dedik. Kısaca olay budur. Arkadaşlarımız ev değişim sistemindeler ve Danimarka için de aynı sistemi kullandılar. Bizi de davet ettiler, mutlu ettiler.




Biraz vize işlemleri dertli oldu. İllaki vize alacak kişilerin kendilerinin başvurmaları gerekiyor dediler. Kalktık Ege'yi de alıp Ankaraya gittik. Cuma başvurumuzu yaptık, haftasonunu Ankara'da geçirip (MTA Doğa Tarihi Müzesi, Hayvanat Bahçesi) eve geri döndük.




Hazırlıklar, ne yapılır, nerelere gidilir, ne yenilir, ne alınır derken 18 Temmuz akşamı yola çıktık, saat gece 02.00 gibi Danimarkadaydık. Arkadaşımız Burak bizi arabayla gelip karşıladı. Ufak bir otoparktan çıkamama krizi yaşadıktan sonra eve doğru yollandık. Evimiz geleneksel Danimarka evlerinden oluşan şirin bir mahallede. Her daim sessiz bir mahalle burası. Evler çok güzel, bahçeli ve güvenli. Yanımız orman, sağımız solumuz yeşillik.




Bu ülkede herkesin bisikleti var. Çünkü özel bisiklet yolları yapmışlar ve kimse o yolları işgal etmediğinden son sürat vızır vızır herkes bisiklet kullanıyor. Bizde olsa ezilmeyelim diye temkinli olmaktan bisiklet süremeyiz. Çocuğu olanlar bisikletine kapalı bir araba takıp çocuğunu içine koyuyor öyle kullanıyor. Trene otobüse falanda binebiliyolar bisikletle. Mesela bizim kaldığımız yerden Kopenhag'a bisikletlerini trenle götürüp orada bisikletle geziyorlar. Köpeklilerde aynı rahatlığa sahip. Tren, otobüs gibi ulaşım araçlarında onlara özel kısımlar var. Bırakın köpeği, Ege doğduğunda arabam olmadığından, ,lk üç seneyi evimin etrafında çizdiğim 1 km'lik hayali çemberin içinde geçirdim. İnsana değer vermekle vermemek arasındaki çember...




Bu arada unutmadan söyliyeyim; çok pahalı bir ülke burası. Hemen örnekleme yapayım hatta: Bizde küçük su 50 kuruş burada 5-6 lira. Paketlenmiş üç limon için 6 lira ödedik mesela. Ortalama bir çikolata 6-7 lira. Acayip pahalı bir ülke burası.




Neyse lafı çok uzatmayayım. Sonraki yazım gezdiklerim, gördüklerim hakkında olacak.

.

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Biz Gittik.



Danimarka'ya gidiyoruz. İlk önce işaretli yerleri gezeceğiz. Çevre ülkelere de bir göz attıktan sonra döneceğiz. Avşasız olmaz tabii. Ağustos ortasında da evime ayak basmış olurum sanırım.

Ege pek mutlu, tatile çıkacağı için. Rudolph malesef bizimle gelemiyor, şimdi arkadaşımda, sonra anneme gidecek. Onu özleyeceğiz, döndüğümüzde büyümüş göreceğiz.

Şimdilik bye bye diyelim, dönünce görüşelim.